Yayımlarımız

TIBBİ UYGULAMA HATALARI NEDENİYLE MEYDANA GELEN ZARARLARDA İDARENİN TAZMİN SORUMLULUĞU

TIBBİ UYGULAMA HATALARI NEDENİYLE MEYDANA GELEN ZARARLARDA İDARENİN TAZMİN SORUMLULUĞU

 Sağlık hizmetleri doğrudan insanın en temel hakkı olan sağlıklı yaşam hakkı ile yakından ilişkili olup bireyler açısından hayati öneme sahiptir. Bu hak, Anayasa’nın 56. maddesi ile Anayasal koruma altına alınmış ve bu hususta Devlet’e de görev verilmiştir. Bundan dolayı, kurum, kuruluşları ve personeliyle Devletin bir uzantısı olan idare, bireylere sunacağı sağlık hizmetini tıp biliminin kurallarına uygun olarak yürütmek zorundadır.[1] Sağlık hizmetinden yararlanma birey açısından bir hak olduğu gibi, bireylere sağlık hizmeti sunma Devlet açısından aynı zamanda bir yükümlülüktür.[2]

Sağlık hizmeti kavramı sadece bireylerin vücut sağlığının bozulması sonucu bir sağlık kuruluşuna başvurması ile ortaya çıkan bir kamu hizmeti değildir. Aynı zamanda kişinin hasta olmadığı, bir sağlık kuruluşuna başvurmadığı zamanlarda görüleceği üzere, çok önceden ortaya çıkmakta ve hastalandığı durumlarda teşhis, tıbbi müdahale, tedavi süreci başlamakta ve hastalığın tedavisinden sonra rehabilite edici olarak devam eden bir hal alan hizmet türüdür. Nitekim Dünya Sağlık Örgütü de sağlığı, “yalnızca hastalığın olmaması değil, aynı zamanda fiziksel, zihinsel ve sosyal anlamda tam bir iyilik hali” şeklinde tanımlamıştır.

Sağlık hizmetlerinin yürütülmesi esnasında bazen bireylerin zarara uğraması söz konusu olabilmektedir. Hatalı teşhis ve tedavi, tedavide geç kalınması, tıbbi uygulama hatası, hastayla yeterince ilgilenilmemesi gibi birçok nedenden kaynaklı olarak bireyler maddi/manevi zarara uğrayabilmektedir.

Bir devlet hastanesi, devlet veya vakıf üniversitesi hastanesi veya aile sağlığı merkezinde doktorun veya sağlık çalışanlarının tıbbi uygulama hatasına neden olması sebebiyle zarar görenler idari yargıda tam yargı davası açabilecektir.

Sağlık hizmetinin kusurlu yürütülmesi nedeniyle bireylerin zarara uğraması durumunda bu zararların idarece tazmin edilmesi hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Sağlık hizmet kusuru, sağlık hizmetinin kuruluşunda ve işletilmesinde yetersizlik veya tıbbi uygulama hatası şeklinde meydana gelebilmektedir. Örneğin devlet hastanesinde doktorun yanlış iğne yapması nedeniyle hastanın sakat kalması, hastanenin steril olmaması nedeniyle virüs bulaşan kişinin vefat etmesi, ambulans şoförünün hasta taşırken yaptığı kaza nedeniyle hastanın vefat etmesi durumlarında idare aleyhine sağlık hizmetinin kusurlu yürütülmesinden kaynaklı olarak tam yargı davası açılabilecektir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanununun 13. maddesi uyarınca, idari işlem veya eylem nedeniyle zarar gören ilgililerin 1 ve 5 yıllık süreler içerisinde idareye başvuruda bulunması gerekmektedir. Söz konusu tarihler içerisinde idareye başvuru yapılmaması halinde dava açma hakkının kaybedileceği hüküm altına alınmıştır. 1 ve 5 yıllık süreler eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren değil, eylemden doğan zararın öğrenilmesinden ve hatta eylemin sebebinin öğrenilmesinden itibaren başlayacaktır.

Danıştay 10. Hukuk Dairesi bir kararında[3], kişinin teşhis ve tedavisinin hatalı yapıldığının ortaya konulduğu rapor tarihinde eylemin idarilik vasfı kazandığını ve dolayısıyla idareye yapılacak başvuru sürelerinin ve dava açma sürelerinin başlangıcında bu rapor tarihinin esas alınması gerektiğine vurgu yapmıştır; “Devlet Hastanesinin 20.9.2001 tarih ve 9036-4737 sayılı sağlık raporu doğrultusunda, aslında gerekmediği halde hemodiyaliz tedavisi uygulamasına tabi tutulması nedeniyle, zarara uğradığından bahisle açılan tam yargı davasında, ilgilinin teşhis ve tedavisinin hatalı yapıldığının, diğer bir ifadeyle sağlık hizmetinin kusurlu işletildiğinin Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin 24.9.2003 tarih ve 7617 sayılı raporuyla ortaya çıktığı dikkate alındığında, eylemin 24.09.2003 tarihinde idarilik vasfı kazandığı…”

Tıbbi uygulama hatası nedeniyle kişiler, anılan süreler içerisinde zararlarının tazmini istemiyle idareye başvuru yapıldıktan sonra, idarece başvurunun açıkça veya zımnen reddi üzerine dava açma süresi içerisinde idari yargı mercilerinde tam yargı davası açılabileceklerdir.

Uygulamadan örnekler vermek gerekirse;

Tıbbi uygulama hatası nedeniyle Üniversite Hastanesinde görev yapan doktora doğrudan dava açılamayacağına, davanın idari yargı yerinde ve idareye karşı açılması gerektiğine ilişkin Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, E. 2019/1248, K. 2019/3464, T. 20.6.2019 künyeli kararı; Dava, tedavi hatası nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların giderilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davacı vekili, davacıya, davalı tarafından prostat tanısı konularak Yeditepe Üniversitesi Hastanesinde ameliyat edildiğini, davacının riskler konusunda yeterince aydınlatılmadığını, ameliyattan sonra şikayetlerinin de geçmediğini, hatalı tedavi nedeniyle aksine arttığını belirterek, uğranılan manevi zararının giderilmesi isteminde bulunmuştur… Davaya konu edilen olayda; Üniversitesi Hastanesinde doktor olarak görev yapan davalının, görevi sırasında ve görevinden dolayı davacıyı zarara uğrattığı ileri sürülmektedir. Anayasa’nın 129/5 maddesi uyarınca davalı doktor kamu görevlisi olup; doğrudan kendisine karşı dava açılması mümkün değildir. Davanın idari yargı yerinde ve idareye karşı açılması gerekir. Şu durumda davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek karar verilmesi usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

2577 sayılı İYUK madde 13 uyarınca öngörülen sürelere riayet edilmeden açılan davaların esasa girilmeden süre aşımı nedeniyle reddine karar verileceğine dair Danıştay 15. Dairesinin 2015/5042 Karar sayılı kararı; “Davalı Üniversite bünyesinde faaliyet gösteren Hastaneye 15.07.2011 tarihinde öğle saatlerinde gelen fakat gerekli ilgi ve tıbbi desteği görmediği gerekçesiyle ailesi tarafından … Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırılan ve burada ameliyata alınarak, ince bağırsağının tamamı ve kalın bağırsağının yarısı alınan davacı yakını …‘nun, bağırsaklarının yetersiz kalması ve yeni bir tedaviye ihtiyaç duyması sebebiyle yurtdışında tedavisi için gerekli yazışmalar yapılırken 24.09.2011 tarihinde vefat etmesi sebebiyle, davalı üniversite tarafından sunulan sağlık hizmetinin kusurlu işletildiği ileri sürülerek 40.000,00- TL maddi ve 500.000 TL manevi olmak üzere toplam 540.000 TL tazminatın olay tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılan dava sonucunda; İstanbul 8. İdare Mahkemesi’nce, 2577 Sayılı Kanunun 13. maddesine göre, idareye başvuru süresinin idari eylemden zarar gören kişilerin eylemi öğrendiği tarihten itibaren başlayacağı ve olayda bir yıllık başvuru süresinin başlangıcının ölüm olayının gerçekleştiği tarih olacağı, ölüm tarihinden itibaren en geç bir yıl içerisinde 24.09.2012 tarihine kadar davanın açılması veya bu süre içerisinde tazminat talebiyle idareye başvurulması gerekirken bu süre geçirildikten sonra 28.11.2013 tarihinde idareye başvurup 18.07.2014 tarihinde açılan davanın süre aşımı sebebiyle esasının incelenmesi mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı sebebiyle reddi yolunda verilen karar hukuka uygundur.”

 

Hastanede virüs bulaşan hemşirenin idarenin hizmet kusuru nedeniyle ölmesi durumunda idarenin meydana gelen zarardan sorumlu olduğuna dair Danıştay 15. Dairesi 2016/2286 Karar sayılı kararı; “Davacılar yakını A. Bolu Köroğlu Devlet Hastanesi’nde hemşire olarak çalışmakta iken S. A. isimli hastadan kırım kongo kanamalı ateşi hastalığı bulaşması sebebiyle vefat ettiğinden bahisle maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle açılan davada; Sakarya 1. İdare Mahkemesi’nce, ülkemizde herhangi birini kene ısırması sonucu KKKA ( kırım kongo kanamalı ateşi ) virüsüne yakalanıp yakalanmadığının kesin olarak anlaşılabilmesi için Hastanelerde yapılan kan tahlillerinin yeterli olmadığı, kesin teşhisin Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezi Başkanlığının ilgili uzman bölümünce konulduğu, buna rağmen, olayda hastanede yapılan tahlillere itibar edilmek suretiyle kendisini kene ısıran kişinin KKKA virüsü taşıyıp taşımadığı kesin olarak belirlenmeden herhangi bir tecrit önlemi alınmaksızın tedavi hizmeti verilmesinde idarenin açıkça hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle maddi tazminat isteminin kabulü, manevi tazminat isteminin kısmen kabulü hukuka uygun olup kararın onanması gerekmiştir.”

İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.

Devlet hastanesinde doktor hatası nedeniyle tam yargı tazminat davasını konu alan Danıştay 15. Dairesinin 2016/4029 Karar sayılı kararında; “…Olayda; davalı idare personelince ameliyat edilen hastanın vücudundan üç adet kırılmış enjektör ucu şeklinde metalin çıkarıldığı, hastanın bu ameliyatın belirli bir zaman öncesinde ve daha sonrasında başka bir ameliyat geçirmediği tartışmasızdır. Adli Tıp raporunda da bu gerçeklerin inkar edilmediği ve bir hastanın vücudundan geçirdiği ameliyattan üç ay sonra ve ameliyat bölgesinden çıkarılan üç adet metal cismin orada bulunabilmesini açıklayıcı başka bir sebep ve olasılığın ortaya konulmadığı ve dolayısıyla hastanın ameliyatı sırasında ameliyat bölgesinde bu üç cismin unutulduğu somut bir olgudur. Bu cisimlerin hastanın ameliyat bölgesine nasıl girdiği cerrahi ve bilimsel olarak açıklanamamış ise de, davalı idarenin ameliyat ekibinden ve ameliyatın sorunsuz yürütülmesinden sorumlu olduğu gözönüne alındığında bu konuda gerekli dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmediği ve dolayısıyla davalı idarece hizmetin kötü işletildiği sonucuna varılmıştır.

İdarenin komplikasyon ile mücadele ederken de özen göstermesi gerektiği, tedaviden sonra hastanın takip edilmesi ve gerekli tetkiklerin yapılması gerektiğine ilişkin Danıştay 15. Dairesi 2016/3888 Karar sayılı kararı; “Yukarıda anlatımı yapılan hususların birlikte değerlendirilmesinden; histerektomi operasyonundan sonra ortaya çıkan komplikasyonlarla mücadele esnasında yaşananların (genel cerrahi yoğun bakımında hastanın takip edilmesi gerekirken bir türlü anılan servise alınmaması, barsak delinmesinin tespitine yönelik yeterli tetkik yapılmaması) davalı idarece komplikasyonla mücadelede kendinden beklenen özeni göstermediği, hastanın ölümüyle sonuçlanan bu sürecin hasta yakınları üzerinde tahribat yarattığı, davacılarda, annelerinin tedavisinin gerektiği gibi yürütülmediği yönünde şüphe, endişe ve üzüntüye yol açtığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, davacıların maruz kaldığı acı, elem ve üzüntünün hafifletilebilmesi amacıyla davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, manevi tazminat isteminin reddi yolunda verilen Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.”

Böyle durumlarda davanın kime yöneltileceği, davanın adli yargıda mı idari yargıda mı açılacağı, dava sürecinden önce idari başvurunun nereye yapılacağı ve elbette yasal süreler önem arz etmekte olduğundan bu konuda uzman avukatlarla çalışılması hak kaybı yaşanmasının önüne geçecektir.

 

Av. M. Mahur ÖZDARENDELİ

[1] Aydın AKGÜL, “İdarenin Sağlık Hizmetlerinden Doğan Tazmin Sorumluluğu ve Danıştayın Yeni Yaklaşımı”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XX, Y. 2016, Sa. 1, s.275-276.

[2] M. Savaş BAYINDIR, “Sağlık Hizmetlerinde İdarenin ve Hekimlerin Sorumluluğu”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Y.2007, C. XI, Sa.1-2, s.554.

[3] Dan.10.D., E. 2005/896, K. 2007/899, T. 12.03.2007.